14 Temmuz 2020 Salı

HAN-I YAĞMA

HAN-I YAĞMA

Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor – bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

TEVFİK FİKRET 

12 Temmuz 2020 Pazar

BEDİÜZZAMAN ANLATIYOR...!


İstibdat, kanunu kendi keyfine tâbi eder.

Suâl: “Şu pis istibdat ne vakitten beri başlamış, geliyor?”
Cevap: İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit nasılsa bunu da beraber getirmiştir.

Suâl: “Demek istibdat, hayvaniyetten gelmedir.”

Cevap: Evet... Müstebit bir kurt, bîçare bir koyunu parça parça etmek, daima kavî zayıfı ezmek hayvanların birinci düstur ve kavânîn-i esasiyesindendir.

Suâl: “Sonra?..”

Cevap: Şeriat-ı Garra zemine nüzul etti, tâ ki zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insaniyetten siyah lekesini izale etsin; hem de izale etti. Fakat vâesefâ ki muhit-i zamanî ve mekânînin tesiriyle hilâfet saltanata inkılâb edip istibdat bir parça hayatlandı.

Tâ Yezid zamanında bir derece kuvvet bularak başını kaldırdığından İmam Hüseyin Hazretleri hürriyet-i şer’iye kılıcını çekti, başına havale eyledi. Fakat ne çare ki istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet, cevânib-i âlemde zeynâb gibi Yezid’in istibdadına kuvvet verdi.

Suâl: “Şimdiki Meşrûtiyet, istibdat nerede, onların harekâtı nerede? Hilâfet, saltanat nerede? Nasıl tatbik ediyorsun? Yekdiğerine musafaha ve temas ettiriyorsun, aralarında karnlar ve asırlar var?”

Cevap: Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbi edebilir, hak kuvvetin mağlûbu. Fakat, bu iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas giyer. Bu zamanın modası böyle giydiriyor. Zannolunmasın, istibdat galebe ettiği zaman tamamen hükmünü icra etmiş, Meşrûtiyet mağlûp olduğu vakit mahvolmuş. Kellâ! Kâinatta galib-i mutlak hayır olduğundan, pek çok enva ve şuubat-ı heyet-i içtimaiyede Meşrutiyet hükümferma olmuştur. Cidal berdevam, harb ise sicaldir.

Suâl: “Bazı adam, ‘Şeriata muhaliftir’ diyor?”

Cevap: Ruh-u Meşrûtiyet, Şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilca-i zaruretle teferruat olabilir, muvakkaten muhalif düşsün. Hem de her ne hâl ki Meşrûtiyet zamanında vücuda gelir; Meşrûtiyetten neş’et etmesi lâzım gelmez. Hem de hangi şey vardır ki her cihetle Şeriata muvafık olsun; hangi adam var ki bütün ahvali Şeriata mutabık olsun?

Öyle ise şahs-ı manevî olan hükûmet dahi masum olamaz; ancak Eflâtun-u İlâhînin medine-i fazıla-i hayaliyesinde masum olabilir. Lâkin Meşrûtiyet ile sû-i istimalâtın ekser yolları münsed olur; istibdatta ise açıktır.

Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 167-168