7 Ekim 2013 Pazartesi

ANADİLDE EĞİTİM İÇİN BEDİÜZZAMAN'I DİNLEYELİM

Anadilde eğitime Bediüzzaman yaklaşımı           07.10.2013
DEMOKRATİKLEŞME paketini açıklayan Başbakan Erdoğan, anadilde eğitim hakkı ile ilgili açıklamasından sonra, bazı özel okullar çalışmalarına başlarken, İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü’nden, Türk dili uzmanı Yrd. Doç. Ramazan Topdemir çalışmalarına dayalı olarak şöyle bir not gönderdi:
“105 yıl önce Bediüzzaman Said Nursi’nin Doğu’nun birlik ve beraberliği için anadilde eğitim konusundaki çalışmaları ve girişimleri günümüzde gerçekleşmeye başlamaktadır” dedikten sonra belgelere dayalı olarak şöyle yazıyor:
“Said Nursi, İstanbul’da 1908’de Doğu’da eğitim kurumları ve üniversite kurulması için Sultan Abdülhamid’e mektup yazmış, 1922’de TBMM’de Mustafa Kemal ile görüşmüştür. 1950’den sonra ise Adnan Menderes’in, Erzurum’da açacağı Atatürk Üniversitesi’nin açılışı ile ilgili Adnan Menderes’e mektup yazmıştır.
Said Nursi’nin bir üniversite projesi olarak sunduğu Medresetüzzehra, Doğu’da Türk, Kürt, Arap ve Farsların kaynaşması için bir projedir.
Said Nursi, Sultan Abdülhamid’e 1908’de verdiği dilekçede, Medresetüzzehra fikrini anlatmıştı. Bölgenin huzur ve mutluluğu için gerekli gördüğü bu düşünceyle o zamanın yönetimi ilgilenmedi. Eğitim dili olarak Said Nursi, “Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lâzım” diyerek Medresetüzzehra’nın üç dilde eğitim yapacağını belirtir. Kürtçeyi mahalli dil, Arapçayı ilim ve iletişim dili, Türkçeyi de resmi ve siyasi dil olarak kabul etmiştir. Buradan, Arapçanın dini vecibelerden dolayı öğrenilmesi gerektiğini, Kürtçenin günlük hayatta serbestçe kullanılabilmesini, Türkçenin ise sosyal hayatın bir gereği olarak herkes tarafından bilinmesinin faydalı olacağını anlıyoruz. Ayrıca, Bediüzzaman Said Nursi, halka ulaşmada mahalli lisanlara öncelik verilmesini vurguladıktan sonra, bilginin ortak bir dille ifade edilebilmesi gerektiğini dile getirmiştir.
Said Nursi, eğitim projesi için Mustafa Kemal’den destek alır. Said Nursi, 1922’de TBMM’ye davet edilir. Ankara’da, mevcut 200 mebustan 163’ünün imzası ile 150 bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ederler. Mustafa Kemal de Said Nursi ile görüşerek destek vereceğini ifade eder. Ancak dönemin değişen şartlarından dolayı proje tamamlanamaz. Eğitim çabası içinde olan Mustafa Kemal de Batı’da Ankara Üniversitesi’nin Doğu’da da bugünkü Erzurum (Atatürk) Üniversitesi’nin kurulmasının talimatını verir. (Yeni Asya’nın notu: O dönemde M. Kemal’in Medresetüzzehra’ya verdiği destek sözünün geçersiz kalmasının sebebi, rejimin kısa bir süre sonra eğitimde çok farklı bir tercihe yönelmesi, medreseleri kapatması ve din eğitiminin tamamen kaldırılmasıyla sonuçlanacak bir süreci başlatmasıdır. Erzurum Üniversitesinin kuruluşu ise 1950’den sonra DP hükümeti döneminde gerçekleşmiştir.)
Her ülkenin bürokratik yazışmalarında ve ortak konularda birlik sağlamak için kullandığı bir resmi dili vardır. Türkiye’nin resmi dili de Türkçedir. Bu, devlet yönetiminde birliğin sağlanması için gereklidir. Ancak bu durum insanların anadillerini konuşmalarına engel olmamalıdır.”
Yalçın Bayer
Hürriyet, 5.10.2013


Günümüz siyaseti ve cihad-ı mânevî
Günümüz siyaseti, daha ziyade menfî işliyor. İsar, yardım, fedakârlık, merhamet, diğergamlık yerine, menfaat, boğuşma ve merhametsizlik hükmediyor. Makam ve mevki peşinde koşmak; rekabet etmek, menfaat ve çıkar çatışmalarına sahne oluyor. Bu yönüyle siyaset birleştirici değil, daha ziyade ayrıştırıcı bir rol üstleniyor ne yazık ki. Elbette bu siyaset, müspet değil, menfidir. Şefkat değil, şiddettir. Başkalarını yutmakla beslenir. Asayiş ve emniyeti de—ister istemez—bozar. 


Ali FERŞADOĞLU
afersadoglu@hotmail.com fersadoglu@yeniasya.com.tr
İslam âlemine ve özellikle Türkiye’ye Üstad Bediüzzaman’ın müspet harekete, ilme, imana ve tebliğe dayalı “cihad-ı mânevî” metodu lâzımdır. Bediüzzaman, fiilen bunun örneklerini sunmuştur. Hizmet Rehberi isimli eserinde de bu zamanın hizmet stratejisini çizmiştir.
Bediüzzaman’ın, deccalizm ile mücadelesinde müsbet hareketi, feragati, şecaat, merhamet ve şefkati esas alarak yapmış olduğu cihad-ı mânevî, kimsenin burnunu kanatmadan ülkemizi bu seviyeye getirmiştir. Talebelerini fitne, fesat, nifak ve şikaktan uzak tutmuştur. Asayişi zedeleyecek her türlü hareketten büyük bir hassasiyetle uzak tutmuş ve kardeşi kardeşe düşürecek menfaate dayalı canavar siyasetten sakındırmıştır.
“İman ilminden ibaret olan Risâle-i Nûr eczaları, emniyet ve asayişi temin ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe’ ve menbaı olan iman, elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki, seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder.” (Tarihçe-i Hayat, 198).
“Madem îman hizmetinde ihlâs-ı etemle, anarşiliği durdurmakla, âsâyişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerektir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helâl ediyorum.” (Şualar, 200)
Kafa karışıklıklarının yaşandığı günümüzde, fikirlerin ve vicdanların tutulduğu şu dehşetli deccalizm çağında Bediüzzaman, ilim ve hikmet üzerine müesses bir İslâm mektebi kurmuş ve “cihad-ı mânevî” stratejisi çizmiştir. O, hepimize, İslâm ve özellikle Arap âlemine tebliğ ve irşad vazifesinde muhteşem, şaşmaz, şaşırtmaz bir örnek, bir üsve-i hasenedir.
Zaten onun tebliğ ve irşad metodu geçmiş büyük zatlarla da örtüşmektedir. Meselâ, İmam-ı Rabbanî, İmam-ı A’zâm Ebû Hanîfe ve Ahmed ibn Hanbel gibi zatlar, hapse atıldıkları, işkence ve zulümlere maruz kaldıkları halde, müsbet hareketi elden bırakmamışlar; “Yeryüzü düzeltildikten sonra onda bozgunculuk yapmayın.” (A’raf Suresi, 7/56), “Allah bozguncuları sevmez.” (Mâide Suresi, 5/64), “Islâh et, bozguncuların yoluna uyma.” (A’râf Suresi, 7/142) gibi Kur’ân’ın emirlerini hayatlarında tatbîk etmişlerdir.
Geçmiş dönemlerde din adına hareket eden “siyasal İslâm” ve bugün “dindarların iktidarı ele geçirme siyaseti” örnekleri ve bu uğurda, siyaset labirentlerinde heba edilen imkânlar, vakitler, nakitler, himmetler, gayretler ders almak için yetmedi mi?
08.10.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder