9 Ekim 2013 Çarşamba

SEVKİYAT VAR,BİZİ BURADA DURDURMAZLAR !


"Dünyevi dost ve rütbeler kabir kapısına kadardır."

10.10.2013
..Madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına
kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.
Dördüncü Mesele:

Şu nefiy zamanında görüyorum ki, hodfuruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar, bana tarafgirâne, rakibâne bir nazarla bakıyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım!
Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendilerini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirâne, rakibâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadır. Çünkü, sabıkan ispat edildiği gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir; bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşünsün ki, o muamelesi zındıka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.

Beşinci Mesele:

Dünya madem fânidir.
Hem madem ömür kısadır.
Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
Hem madem dünya sahipsiz değil.
Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.
Hem madem “Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ” [Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez. (Bakara Sûresi: 2:286)] sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.
Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyevîye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.HAŞİYE
HAŞİYE: Bu ‘madem’ler içindir ki, şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. “Meraka değmiyor” diyorum ve dünyaya karışmıyorum.
Mektûbât, On Altıncı Mektub, s. 118

LÛ­GAT­ÇE:
hodfuruş: Kendini beğendirmeğe çalışan, övünen.
zındıka: Dinsizlik, inançsızlık.
müdebbir: Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan; plânla idâre eden.
teklif-i mâlâyutak: Ağır ve güç yetirilemeyeni isteme, teklif etme.
mâlâyâni: Mânâsız, faydasız, boş şey.
hasretmek: Bir şeyi içine almak. Yalnız birşeye mahsus kılmak. Sıkıştırmak.
vakfetmek: Bir şeyi karşılıksız olarak Allah yoluna vermek.



Bilir misin nereye gidiyorsun?                                                                                  09.10.2013
Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye,
dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip
düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. 








Yedinci Kelime
Ve yumît

 Yani, mevti veren Odur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
(...)
On Birinci Kelime 
“Ve ileyhi’l-masîr
 Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.
İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki:
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.
Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki:
Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.
Mektubat, 1. Makam, s. 222

LÛ­GAT­ÇE:
mevt: Ölüm.
külfet-i hizmet: Hizmet zahmeti.
âzâd: Esirlikten, kölelikten kurtulmuş.
inkıraz: Sönme, yok olma, tükenme.
firak-ı ebedî: Ebedî, sonsuz ayrılık.
in’idam: Mahvolma, yok olma.
Fâil-i Hakîm-i Rahîm: Her şeyi rahmet ve hikmetle yapan; Allah.
mecma: Toplanılacak yer, toplanma yeri.
âlem-i berzah: Ruhların kıyâmete kadar kalacakları âlem; kabir âlemi.
visal: Ulaşma, kavuşma.
esbab: Sebepler.
vesâit: Vasıtalar.
makarr-ı saltanat-ı ebedî: Ebedî saltanat yeri, sonsuz saltanat merkezi; ahiret yeri.
rüyet-i cemâl: Cenâb-ı Hakk’ın güzelliğini görme.
cilve-i cemâl: Güzellik görüntüsü.
hüsn-ü esmâ: Allah’ın isimlerinin güzelliği.
lem’a-i muhabbet: Muhabbet parıltısı, sevgi parıltısı.
Mâbud-u Lemyezel: Hiçbir zaman yok olmayan, bakî olan mabud; Allah.
Mahbub-u Lâyezâl: Zevalsiz, ölümsüz, sonsuz sevgili; Allah.
adem: Yokluk.
vücud-u daimî: Sürekli, ebedî vücut.
kesret: Çokluk.
zulümat: Karanlık.
payitaht: Taht şehri, hükümdarın oturduğu şehir, başşehir.
vahdet: Birlik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder