28 Ekim 2013 Pazartesi

DEMOKRATİK CUMHURİYET

Mustafa CAN

Cumhuriyet, halkın doğrudan veya temsilcileri aracılığı ile egemenliği 
elinde tuttuğu yönetim biçimidir. Ancak “halkın egemenliği” demokrasi olmadan sağlanmaz ve geliştirilemez.1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet gerçek halk egemenliğinin oluşmasını sağlayacak “demokrasiden” yoksun olarak ilan edilmiştir. Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı Hanedanının elinden iktidarı almayı amaçlamıştı. Cumhuriyet “tek adam” ve “tek parti” yönetimine dayanan bir dikdatoryaya dönüştürülüyor. Bunun mantığını da “devrimler” oluşturuyordu. Tek parti dışında partilere müsaade edilmiyor. Çoğulcu bir seçim hakkından yoksun bırakılıyordu.“Cumhuriyeti kuran parti” “Vatanı kurtaran liderle” özdeşleşince ortaya kutsallık çıkıyor ve partiye ve lidere karşı çıkmak devlete ve cumhuriyete karşı çıkmakla özdeş görülüyor.Cumhuriyet Halk Partisinin ilkeleri “Anayasanın temel ilkeleri” ve “Cumhuriyetin kurucusu ölümsüz Atatürk’ün İlkeleri” olarak kabul ediliyor. Bu ilkelere baktığımız zaman “Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, devrimcilik ve lâiklik” var; ama “demokrasi” ve “insan hakları” yok. Devleti kuran ve kurtaran askerler olarak kabul ediliyor, mülki ve dini liderlerin gayretleri ve mücadeleleri yok sayılıyor. Bu nedenle Cumhuriyet “Askerî Cumhuriyet” olarak kabul görüyor.
Özetle iktidar Osmanlı hanedanından alınıyor; ama Mustafa Kemal’in ve İsmet İnönü’nün şahıslarına veriliyor. Bu durum 1950 yılına kadar devam ediyor. Mustafa Kemal 1923’den ölüm tarihi olan 1938 yılına kadar 15 yıl ve İsmet İnönü 1938’den 1950’ye kadar 12 sene tam bir diktatörlük kuruyor. Şayet Mustafa Kemal 1938 yılında ölmemiş olsaydı “Ebedî Şef” olarak kalacak ve Cumhurbaşkanlığı devam edecekti ve hiç kimse karşısına çıkma cesaretini bulamayacaktı.
Demokrasi olmadığı için halkın devleti denetlemesi de zaten mümkün değildi. 1923 yılı Cumhuriyet rejimi “anti-monarşik ve anti-teokratik” bir rejim olarak kabul edilmişti. İçinde karizmatik şef sistemi, resmen ve fiilen de hiyerarşik alt şefler sistemi şeklindeydi. Tek parti rejimi, güdümlü seçim ve millet meclisinden ibaretti. Saltanat ve hilafet yerine “ulusal egemenlik retoriği içinde egemenliğin yönlendiricisi olan şefin partisinin iradesi konulmuştu.” (Taha PARLA, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u, İletişim Yayınları, Kasım 1992-İstanbul, s. 325-326)
Tek partinin seçimi de halk egemenliğini sağlamaya yönelik olmayıp, göstermelik ve parti şefinin hâkimiyetini güçlendirecek bir şekilde uygulanıyordu. Atanan mebuslardan oluşan bir meclis vardı. Bu mebuslar hiç gitmedikleri ve görmedikleri bölgeleri temsil ediyorlardı. Mebuslar çok kısa süre çalışıyorlardı. Yasama için mebuslara gerek yoktu. Devlet politikaları Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Genel Kurullarında belirleniyor ve Parti yönetimi tarafından alınan kararlar Mecliste onaylatılarak “Kanun” haline getiriliyordu. Bu nedenle kanunların Meclisten geçmesi on-on beş dakika sürüyordu. (Çağlar KEYDER, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, 1989, İstanbul, s.72)
Cumhuriyet halka rağmen halk adına her şeyi kontrolü altında tuttuğu gibi, ekonomiyi de hem yönlendiriyor, hem de tekelinde tutuyordu. “Devletçilik” ilkesi bunu zorunlu kılıyordu.Demokratik ve çoğulcu bir toplum oluşturmanın temel şartı devleti ekonominin patronu olmaktan çıkarmak olacaktır. Ekonominin vanalarını elinde tutan ve bırakmayan asker-sivil bürokrasi bu nedenle “devletin küçülmesine” iyi bakmamaktadır.
Toplum devlete muhtaç oldukça devlet güçlü olmaya devam edecektir. Ekonominin dizginlerini elinde tutmaya çalışan patron devletin bu egemenliğine son verilmedikçe devletin yasaklayıcı kurallar koyuculuğu da sona ermeyecektir.
İkinci Cumhuriyet fikri, Cumhuriyetin anti-demokratik unsurlardan temizlenmesi gayretlerinin sonucu doğmuştur. Bunun başında “saydamlık” gelmektedir. Her şeyden önce devlet ekonomiden ve ticaretten elini çekmeli, güvenlik, adalet, eğitime ve sağlığa dönmelidir. Sonra “Hürriyet” “Bireysel haklar” konusuna yönelmelidir. “Hak, hukuk ve adalet” kavramlarına değer vermelidir. Devletten istenen adalet ve hakkaniyettir.

Devleti işletecek olan siyasettir ve parlamentodur. Bunu da “Yasama, Yürütme ve Yargı” erklerini koruyarak ve güç dengesini sağlayarak ve “Kuvvetler ayrılığını” dengede tutarak yapamaya çalışmalıdır. Cumhuriyetten istenen ve beklenen budur. Bu da “Çağdaş Demokrasiye” işlerlik kazandırarak yapacaktır.
Eğitim “Çağın ötesine gitme ve bireysel ve toplumsal gelişmeyi ve kalkınmayı sağlama hedefine yönelmelidir. Bu da kabiliyetleri keşfetme ve kabiliyetleri sınırlayan yasakları ortadan kaldırarak “İnsan iradesine” işlerlik kazandırmakla mümkündür. Bu da “Demokratik Eğitim” ile sağlanabilir.
Demokratik değerleri hayata geçirmek askerî unsurlardan rejimi soyutlamak, hür ve üretime yönelik bir eğitim sistemi, hukukun üstünlüğünü sağlamak ve demokratik bir meclisten geçer. Buna büyük ihtiyaç vardır. Buna “İkinci Cumhuriyet” yerine “Demokratik Cumhuriyet” demek daha doğrudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder