28 Şubat 1997 günü yapılan MGK toplantısı 9 saat sürdü. Sonuçta yayınlanan bildiride “Lâikliğin Türkiye demokrasisinin ve hukukun teminatı olduğu sert bir şekilde vurgulandı.” Başbakan Erbakan bu kararları imzalamamak için direndi. 4 Mart’ta kararlar yumuşatılmasını istedi. 13 Mart 1997’de imzalamak zorunda kaldı. İmzalamayarak istifa hakkını kullanabilirdi kullanmadı. İktidar hırsı buna engel oldu. Nihayet hükümet de alınan kararların altına imzasını atarak Başbakan Erbakan’ın imzası ile bakanlıklara uygulanması için gönderildi. Ama Erbakan daha sonra kararları değil, uygulaması için gönderdiği üst yazıyı imzaladığını söyleyecekti.
Başbakan’ın bakanlıklara gönderdiği yazılarda “Cemaatlere bağlı okulların denetimi ve “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” gereği MEB’e devredilmesi, 8 Yıllık kesintisiz eğitim kanunu çıkarılması, Kur’an Kurslarının denetlenmesi, Tarikatların kapatılması, derilerin Türk Hava Kurumu’na verilmesi, Medya’nın kontrol altına alınması, Kılık-kıyafet kanununun uygulanması, Atatürk aleyhinde işlenen eylemlerin cezalandırılması” gibi hususların uygulanması istendi.
21 Mayıs 1997’de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş “Ülkeyi savaşa sürüklediği” gerekçesiyle RP’nin kapatılması için dava açtı. 7 ay aradan sonra 3 Haziran’da DGM’de Susurluk Davası başladı.
7 Haziran 1997’de Genelkurmay irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo uygulamaya başladı. 10 Haziran 1997’de Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyeleri ve Genelkurmay Başkanlığını çağırarak kendilerine irtica konusunda bilgi verdi.
18 Haziran 1997’de Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa dilekçesini vererek koalisyon şartnamesinde belirlendiği bir Başbakanlığı Tansu Çillere devretmek olduğunu belirtti. Ancak prosedür gereği istifasını Cumhurbaşkanı’na verdiği için Cumhurbaşkanı 19 Haziran’da yetkisini kullanarak hükümeti kurma görevini Tansu Çillere değil, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi.
30 Haziran 1997’de Mesut Yılmaz Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la beraber ANASOL-D hükümetini kurdu ve TBMM’den güvenoyu alarak icra-i hükümet etmeye başladı. (http://tr.wikipedia.org/28şubat_süreci)
10. 3. Değerlendirme:
Süleyman Demirel 28 Şubatla ilgili olarak her zaman “28 Şubat’ta hukuka, kanunlara aykırı hiçbir şey yoktur. Parlamentoyu kapanmaktan, demokrasiyi kesintiye uğramaktan korumak için, hükümetin de bulunduğu Milli Güvenlik Kurulu’nda alınmış bir karardır. Asker gelmiş “Laiklik prensipleri ihlal edilmiştir” diyerek MGK’nın önüne sebepler getiriyor. “İhlal edilmemiştir” diyecek hal yok zaten, 3–4 ay sonra Anayasa Mahkemesi partiyi kapatıyor” demektedir.
Demirel devamında “Burada taviz de yoktur, MGK’nın aldığı kararlar askerin dikte ettirdiği şeyler değildi. Hükümet asker baskısıyla düşürülmüş değildi, 4 ay sonra bırakmıştır ve hükümetin de hiçbir itirazı olmamıştır. Aksine hükümet daha sonra orada alınan kararları icra etti. ‘Askeri idare edemediniz’ diyorlar oysa asker de ‘Rejimi koruyalım’ dedi. Asker de rejimin askeridir, bugün çok şey değişiyor olabilir ama o gün var olan Anayasa’da yeri vardır, gerektiğinde Cumhuriyetin-laik rejimin korunması ona bırakılmıştır. 4 ay hiçbir şey değişmedi, 4 ay sonra Başbakan istifa ederek ‘yerime yardımcım başbakan olsun’ dedi. Niye istifa ettiğini sordum, ‘gerginlik var’ cevabını verdi. O zaman, yardımcın gelince gerginlik gider mi? ‘Kim kurabilirse ona veririm’ kararıyla görevlendirme yaptım ve o hükümet güvenoyunu da aldı. 28 Şubat’ta olup biten budur. 28 Şubat MGK tutanakları açılsın. O zaman her şey açığa kavuşur.” Demirel’in dediği budur. Olan biten de zaten budur.
Gerçekten de 21 Mayıs 1997’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş iktidarda iken RP hakkında “Lâiklik ve Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemleri gerçekleştirdiği” gerekçesiyle dava açtı. Refah Partisi 8 ay süren dava sonunda 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Anayasa Mahkemesi Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve Halil İbrahim Çelik’e 5 yıl siyaset yasağı getirdi. Mevcut yasalara göre suçlu görüldüğü için kapatılmış olduğu için bu gün Vural Savaşı ve Anayasa Mahkemesini hiç kimse suçlamamakta ve Demirel’i yargıladıkları gibi yargılamamaktadırlar.
Yine Demirel’in dediği gibi “28 Şubat’ta ne olmuştur? Parlamento fesh mi edilmiş? Hükümet alaşağı mı edilmiş? Siyasi partiler mi kapatılmış? Milletvekilleri mi tutuklanıp götürülmüş? Ne yapılmış? Bunlar yapılmamış, 28 Şubat’ta Milli Güvenlik Kurulu toplanmış, kararlar almış. Bunları herkes imzalamış ve sonra da uygulanmış. Hükümet görevinin başında kalmış. 3,5–4 ay sonra istifa etmiş. Anayasaya göre yenisi kurulmuş. Buna darbe denilmez.”
Şayet Süleyman Demirel Necmettin Erbakan’ın istifasından sonra hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a vermemiş olsaydı huzursuzluk daha da artacak ve askerler gerçekten ihtilal yaparak 12 Eylül 1980’den daha dehşetli bir ihtilal ile Demirel’in de gayreti ile yumuşatılan 28 Şubat kararları ile kalmayacak parlamento ve partiler feshedilecekti. Kur’an Kursları, İmam-Hatip Liseleri kapatılacak, tarikatların ve vakıfların tüm mal varlıklarına el konulacak, haksız yargılamalar ile binlerce insan zarar görecekti. Çıkarılacak yeni yasalarla neler yapılacağını da kimse kestiremezdi. Bu nedenle iki ihtilal ve bir muhtıraya muhatap olan Süleyman Demirel ihtilali önleyerek, etkisini ve yetkisini kullanarak parlamentonun açık kalmasını ve yasalar çerçevesinde yeni hükümetin kurulmasını sağlayarak ülkeye büyük bir iyilik yapmış ve AKP’nin önünü açmıştır. Demirel burada “Ehven-i şer” kuralına göre siyasi kararlarını almış ve Demokrasiyi koruma konusunda başarılı da olmuştur. Türkiye’nin sorumlu bir Cumhurbaşkanı olarak ülkenin asayiş ve huzuruna hizmet etmiştir. Daha sonra “Balyoz Darbe Planı” soruşturması ile ortaya çıkan davalarda görüldüğü gibi darbeciler ülkede nasıl bir darbe yapacaklarını planlamışlardı. Şayet böyle bir darbe gerçekleşmiş olsaydı 12 Eylül 1980 darbesinden daha dehşetli olacağı açıktı. Nitekim o gün asker “Nizamiyeden geri dönmüştür.”
Gerçekte 28 Şubat askerin değil STK’lar, MEDYA, Sendikalar ve TÜSİAD, İSO gibi iş çevrelerinin tamamı işin içindeydi ve hepsi Mesut Yılmaz’ın Başbakan olmasını ve 28 Şubat Kararlarının uygulanmasını istiyordu.
10. 4. İhtilal Nasıl Yapılır?
İhtilali elinde silah olan asker yapar ve bu tarih boyunca böyledir. İhtilal Anayasa’ya elbette aykırıdır ve hiçbir Anayasa kendisine uyulmamasını ve ihtilal yapılmasını meşru göremez; ancak ihtilale kalkışanlar başarılı olurlarsa mevcut Anayasa’yı da değiştirerek yeni Anayasa yaptıkları için kahraman olurlar. İhtilal bir şekilde başarısız olursa bu durumda mevcut anayasa hükümlerine göre yargılanarak cezalandırılırlar. İhtilallerin kaderi budur. Ancak ihtilal sadece askerin yapacağı bir şey değildir; kamuoyu şayet ihtilali istiyorsa ihtilal yapılır.
Bu nedenle 12 Eylül ihtilali yine ihtilalci Org. Bedrettin Demirel’in de itirafı ile olgunlaşsın diye bir sene beklenilerek yapılmıştır. Asker hükümetin sıkıyönetim kararını uygulamayarak ve görevini aksatarak bir senede 5 bin gencin ölümüne seyirci kalmıştır. Gerçekte asker duruma el koyacaksa Ecevit Hükümeti zamanında Kahraman Maraş, Sivas ve Çorum olayları gibi toplu olayların olduğu, ekonomik olarak kuyrukların ve kıtlıkların yaşandığı dönemde duruma müdahale etmesi gerekirken müdahale etmemiştir.
Ancak 1989 yılında Demirel’in azınlık hükümeti 24 Ocak kararları ile ülkede yoklukları kuyruk ve kıtlıkları kaldırıp enflasyonu kontrol altına aldığı ve istihbaratı çalıştırarak Anarşi ve Terör odaklarını tam tespit etmiştir. Hükümet anarşiyi durma noktasına getireceği zaman askerler müdahale ederek hem durumdan vazife çıkarmış, hem de istikrarı askerin sağladığı imajını vererek halkın güvenini kazanmayı amaçlamış ve zamanlamayı buna göre yapmıştır.
Ayrıca ihtilali yapa askerler kendi aralarında tam bir mutabakat sağladıkları zaman buna karar verirler. Şayet aralarında ikna edemedikleri kuvvet komutanları ve ordu komutanları olursa buna teşebbüs edemezler. Bu nedenle Menderes döneminde Talat Aydemir ve 12 Mart 1971 Muhtırası öncesi 9 Mart’ta Faruk Gürler bu mutabakatı sağlayamadıkları için ihtilal yapamamışlar ve 12 Mart’ta I. Ordu komutanı Faik Türün Faruk Gürler’e “Siz meclisi kapatırsanız ben İstanbul’da toplarım” diye TBMM’nin kapatılmasına karşı çıktığı için ihtilali muhtıraya dönüştürmek durumunda kalmıştır. Gürler askerliği bırakıp siyasete girdiği zaman da siyaset dâhisi Süleyman Demirel tarafından perişan edilerek yaptıklarına pişman edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti askeri vesayetle ve askerlerin çalışması ile kurulmuştur. Bu nedenle asker vesayeti altındadır. Esasen askerlerin siyasete müdahalesi Osmanlı döneminde “Yeniçeri İsyanları” ile başlar. Asker her istediğini almıştır. II. Mahmud bu duruma müdahale ederek Yeniçeri ocağını kapatmış ve bu olaya tarihte “Vak’ay-ı Hayriye” (M. 1825) yani “hayırlı olay” denilmiştir. Ama yeni kurulan “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” (M. 1826) adı verilen orduda da bu gelenek devam etmiştir. Nihayet Meşrutiyetin ilanında olsun 31 Mart 1909’da “Harekât ordusunun İstanbul’a girerek isyanı bastırması ve Sultan Abdülhamid’i tahttan indirerek Sultan Reşad’ı tahta çıkarması gibi olaylar hep asker kökenlidir. Ordumuz bu ordunun devamıdır. Harekat Ordusu içine Yüzbaşı rütbesi ile İstanbul’a giren Mustafa Kemal daha sonra CHP’nin kurucusu ve TC’nin ilk Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu nedenle askerin siyasete müdahalesi ve çekidüzen vermesi bir gelenek haline gelmiş ve halkımız tarafından da yadırganmayarak büyük destek bulmuştur. Bu nedenledir ki askerlerin yaptığı 1982 Anayasası halkımız tarafında % 92 gibi ezici bir çoğunlukla kabul görmüş, hatta Anayasa’yı demokratik bulmayan % 8’lih hayır diyen kesim “Vatan haini” ilan edilebilmiştir.
1982’den günümüze 30 sene geçtiği halde Türkiye Cumhuriyeti henüz İhtilal Anayasa’sından ve askeri vesayetten kurtulabilmiş değildir. Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partiler ihtilalcilerin yaptığı ant-i demokratik ve halkın seçme hürriyetini kısıtlayan % 10 barajın bulunduğu “Seçim sistemini” değiştirmeye bir türlü cesaret edememekte ve bunu da “istikrar” kılıfı ile savunabilmektedir. Son on sene içinde Ergenekon ve Balyoz Mahkemeleri ise yine ordu içinde bulunan farklı yapılanmaların birbirlerini suçlayarak ihbar etmeleri ve Genelkurmay’ın müsaadesi ile göstermelik olarak yapılmaktadır. Ayrıca 12 Eylül Anayasa’sı üzerinde değiştirmeye yönelik müdahaleler de yine asker-hükümet mutabakatı ve beraberliği ile yürütülerek 12 Eylül askeri rejimi ve Anayasası değişen ve gelişen şartlara uydurularak halkın ve hükümetin desteği ile devam ettirilmektedir.
İttihat ve Terakki liderlerinden ve ihtilalci kanattan olan Enver Paşa’nın “Osmanlı devletinde yapılan yapısal, siyasi reformlar askerler eliyle yapılmıştır; bundan sonra da asker eliyle yapılmaya devam edecektir” sözü geçerliliğini korumaktadır.
Bu durum demokrasinin önündeki en büyük engellerden birisidir ve bu durum düzelmediği sürece gerçek demokrasi ve sivil idareden bahsetmek mümkün değildir. 28 Şubat 1977’den sonra aslında gömlek değiştiren AKP ve Siyasal İslam değildir; gömlek değiştiren ihtilalci ve Kemalist zihniyet ve yapıdır. Konjonktür ve değişen dünya ve Türkiye şartları ve toplumun yapısı ve beklentileri doğrultusunda 12 Eylül zihniyeti ve Kemalizm “Dindar Kemalizm” şeklinde gömlek değiştirerek devam etmektedir. Zaten gömlek değiştirme kavramı beden ve zihniyet değişikliği anlamına gelmemektedir. Değişen gömlektir ve görüntüdür.
10. 5. AKP’nin 12 Yıllık İktidarında 28 Şubat Kararlarının Uygulanması:
2002 tarihinde günümüze iktidar olan ve güya 12 Eylül ve 28 Şubat ile kavgalı görüntüsü veren AKP hükümeti gerçekten bunu yapmış mıdır? 12 Eylül Anayasa’nı değiştirme ve 28 Şubat kararlarına aykırı olarak görüntüyü koruma dışında hiçbir gerçekçi değişimi yoktur. Tüm icraatları 28 Şubat kararlarını uygulamaya ve zaman içinde değişmesi gereken yasaları değiştirmeye ve esası korumaya yöneliktir.
28 Şubat Kararlarına baktığımız zaman:
1. 8 yıllık kesintisiz eğitim, 12 yıllık kesintili eğitim haline getirilerek zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmıştır. Bu 8 yıllık kesintisiz eğitimin daha da geliştirilerek uygulanmasıdır. Müfredat ise değişmemiştir. Ancak 12 Eylül’ün Anayasa’ya koyduğu zorunlu “Din Kültürü” dersine Kur’an ve Siyer ilave edilmiş, Arapça dersi ile seçmeli yapılmıştır. 30 sene Din Kültürü dersini alan gençlerimizin din anlayışında gelişme değil gerileme olduğu, dinde ve ahlakta yozlaşma çöküş olmadığını kimse iddia edemez. İman Eğitimi olmayınca İman Hakikatlerinden yoksun bir din “Münafıklığı” artırmaktan başka bir şeye yaramaz.
2. Tarikatlar, vakıflar ve cemaatlerin faaliyetleri daha fazla denetim altına alınmış ve devletin denetim ve gözetimi, hatta desteği ile devlete bağımlı olarak yapılmaktadır. 28 Şubat bunu istiyordu; şu anda tam bir denetim hâkimdir.
3. İrticacı denen basın ve yayın kontrol altına alınması istenen husustu. Bu gün hiç kimse basın ve yayının hür ve özgür olduğunu iddia edemez ve daha şiddetli bir şekilde denetim altındadır.
4. “İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır” kararı askerlikten atılanlara başka kurumlarda çalışma hakkı verilerek uygulanmış ve hakları iade edilerek askere alınmamışlardır. Verilen hak sadece mağduriyetinin giderilmesi ile işe girmelerinin sağlanmasıdır. Bu da askeri ve 28 Şubatı yapan orduyu töhmetten kurtarmak içindir.
5. Kur’an Kursları denetim altına alınsın kararı Diyanetin denetimine verilerek uygulanmıştır. Kurslar çoğalmış ancak kesintisiz eğitimle ve bunu 12 seneye çıkararak öğrencilerden yoksun bırakılarak içleri boşaltılmıştır.
6. Atatürkçülük diyanetin de gayretleri ile Cami kürsülerine kadar taşınarak ve Kur’an Dersi, Siyer Dersi kitaplarına taşınarak daha yaygın hale getirilmiş ve getirilmeye devam etmektedir.
7. Kılık Kıyafet Yönetmenliği “Başörtüsü yasağı” için çıkarılmıştır; aynen korunmaktadır. Başörtüsü dışında ise gevşetilmiştir o kadar.
8. Atatürk aleyhine işlene suçları düzenleyen 5816 sayılı kanun aynen yürürlükte olup devam etmektedir.
9. Derileri THK tarafından toplanmaya devam edilmektedir. Ancak zaman içinde deriler para etmediği için genel bir gelir kaynağı olmaktan çıkmıştır ve üzerinde fazla durulmamaktadır.
28 Şubat Kararları denen kararlar bunların uygulanmasını istemektedir. Aradan geçen 15 sene içinde varlığını aynen devam ettirdiği gibi AKP hükümeti de bunları korumaya devam etmektedir ve değişen hiçbir şey yoktur.
Bu durumda 28 Şubat’ın sorumlusu neden Süleyman Demirel olmaktadır? Neden?
**
Ekler:
1. Hüsamettin Cindoruk: “Niyetleri yargılamak hukukun işi değildir; hukuk sonuçları yargılar. Darbe silahla ve cebir unsuru ile olur. Silahsız darbe olmaz. “Post Modern” darbe diye bir kavram olmaz. Bu mizahi bir durum değerlendirmesidir.” (http://haber5.com/roportaj/28-subat-demirelin-basarisidir)
2. Mesut Yılmaz: “28 Şubat bir darbe değildir, hükümet değişimidir. 28 Şubat ve bir sonraki MGK tutanakları yayınlansın mesele tavazzuh eder. 28 Şubat süreci dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın süreci çok iyi yönetmesi, sürecin darbeye gitmesini engellemiştir. Bu yönetim sayesinde hem ileride olası bir darbe tehlikesi ortadan kalkmış hem de TBMM, yani siyaset kurumu işlemeye devam etmiştir.” (http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/18322-demirel-ve-karadayi-iyi-yonetti.html)
3. Hasan Cemal: “Cumhurbaşkanı Demirel’i o dönem yakından izledim. Açık darbenin önlenmesinde rolü göz ardı edilmemelidir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı’nın, İsmet Sezgin’e söylediği, ‘Nizamiyeden döndük’ lafı vardır. Hakikaten askerin nizamiyeden dönmesinde Demirel’in rolü vardı. Darbeyi Demirel ve Genelkurmay Başkanı Karadayı önledi.” (http://www.ntvmsnbc.com/id/25388598)
4. Nazlı Ilıcak: “Süleyman Demirel o dönemin en etkili ismi. Sıcak darbeye doğru gidiliyordu. Gerçek bir darbe gerçekleştirilebilirdi. İsmail Hakkı Karadayı’yı etkiledi. Sıcak darbeye engel oluşturdu. Onları “Erbakan istifaya doğru gidiyor” diye uyardı. Darbeyi teşvik etmedi; aksine askerleri yumuşatmaya çalışmıştır.” (http://www.ensonhaber.com/ilicak-demirel-sicak-darbeyi-onledi-2012-04-24.html)
5. Refahyol hükümetinin yıkılmasında en önemli dönemeç sayılan 28 Şubat sürecinde, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’yı ikna ettiği ve olası bir darbe girişimini önlediği belirtildi. Tempo dergisindeki habere göre, Necmettin Erbakan’ın başbakanlıktan ayrılmasıyla sonuçlanan süreçte Demirel, Karadayı ile sürekli ikili görüşmelerde bulundu. Demirel’in çabaları sonucu 28 Şubat anayasal çerçevede kaldı, mevcut parlamenter ve siyasal sistem içinde değişim sağlandı. Üst düzey bir komutan da, konuya ilişkin olarak, “Şayet Demirel, Karadayı’yı ikna etmeyi başaramasaydı, ordu koalisyonun devrilmesini beklemeden yönetime el koyacaktı” dedi. Dönemin TBMM Başkanı Mustafa Kalemli de, 28 Şubat’ı değerlendirirken, Demirel’in darbeyi önlemedeki rolüne dikkat çekti. (http://www.habervitrini.com/haber/darbeyi-demirel-onledi-15610)
6. İsmail Hakkı Karadayı ile ilgili “Nizamiyeden döndük” sözü: “28 Şubat’la ilgili önemli tartışma konularından biri de Karadayı’ya atfedilen, “nizamiyeden döndük” sözleridir. Demirel’in 28 Şubat süreciyle bir darbeyi önlediği görüşü de Karadayı’nın bu sözlerine dayandırılır. Demirel, Karadayı’ya atfedilen bu sözle ilgili soruyu da şöyle yanıtlamıştı:
“Evet. Sayın Karadayı, bunu bana söylemiştir. Genelkurmay Başkanı olarak TSK’nın sıkıntısını aktarmıştır. Cumhurbaşkanı’nın görevi zaten kurumların, doğru, sağlıklı işleyişini sağlamak, sıkıntılarına çözüm bulmaktır. Ben de bunu yaptım” demiştir. (Fikret Bila / Yön)
11. Cumhurbaşkanlığından Sonra Demirel
1993 yılında başladığı Cumhurbaşkanlığı görevi yedi yılını 2000 yılında doldurunca görev süresinin 3 yıl daha uzatılması gündeme geldi. Görev süresinin bitmesinden sonra DYP ve CHP’nin desteklemesine rağmen özellikle RP’nin itirazı ile bu gerçekleşmedi. Anayasa’nın 101 maddesinde yapılacak değişiklik 5 Nisan 2000 tarihinde reddedildi. RP’liler daha sonra CHP’nin adayı olan Ahmet Necdet Sezer’i Demirel’e tercih ettiler. 16 Mayıs 2000 tarihinde görevini Ahmet Necdet Sezer’e devretmiştir.
2000 yılından itibaren de 12 senedir siyasete karışmamaktadır. Buna rağmen AKP ve özellikle Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aradan 12 sene geçmesine rağmen ülkedeki tüm olumsuzluklardan Süleyman Demirel’i sorumlu tutarak bütün siyasi platformlarda kendisine laf atmakta ve evinde oturduğu yerde taciz etmektedir.
Allah uzun ömürler versin. Hayatı hürriyet ve demokrasi, adalet ve hukuk mücadelesine kendisini adayanlara örnek olsun…
Kaynaklar:
1. http://tr.wikipedia.org/wiki/Suleyman_Demirel
2. http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanlarimiz/suleyman_demirel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder