14 Ağustos 2013 Çarşamba

DYP’nin Kuruluşu ve Seçimlere Sokulmaması:


BTP’nin kapatılmasından sonra S. Demirel, H. Cindoruk, Mehmet Gölhan, İ. Sabri Çağlayangil, Yiğit Köker, Saadettin Bilgiç, Ekrem Ceyhun ve Nahit Menteşe, “Zincirbozan” da ikamet etmek üzere evlerinden alınır ve gözetim altında tutulurlar. Siyasi yapılanma içinde olunmasına, hatta fikirlerinin alınmasına engel olunur. Ancak Süleyman Demirel kendisini Zincibozan’a uğurlamaya gelen Necmettin Cevheri’ye “Yeni Kurulacak partinin adı ‘Doğru Yol Partisi’ olmalıdır” diyerek DYP’nin kurulması talimatını verir.
Yeni Cumhurbaşkanı halkı aydınlatmak üzere yollara çıkar ve 1 Haziran 1983 tarihinde Çorum’da toplanan kalabalığa ve TRT aracılığı ile tüm Türkiye’ye BTP’nin kapatılmasını şöyle yorumlar: “BTP adında bir parti kurmuşlar. Amblemi de “El işareti.” Oy vermeye gidenler demir mührü ellerine alacaklar ve el’e basacaklar. Böylece “Demirel” olacak. Biz bunu anlamıyor değiliz. 12 Eylül öncesinde tencereyi kirletenler ve ülkeyi uçurumun kenarına getirenler yeniden söz sahibi olacaklar. Biz bunu engellemek için BTP’yi kapattık” diyecekti.
23 Haziran 1983 tarihinde 34 kurucu iye ile tüzel kişilik kazanan Doğru Yol Partisi (DYP) kurulur. Demokratlar DYP çatısı altında birleşirler. DYP’nin ilk kurucu üyeleri Genel başkanı Ahmet Nusret TUNA dâhil 30 kurucu üye 7 Temmuz 1983 tarihinde MGK vetosu ile parti kuruculuğundan uzaklaştırıldı. Bunun üzerine Dr. Yıldırım AVCI başkanlığında bir diğer liste çıkarıldı. Bu listede 30 Temmuz 1983 tarihinde 15 üyesi veto edilerek kuruluşuna müsaade edilmedi. Listenin yarısına yakını konseyin vetosuna takılarak elendi. 6 Kasım 1983 tarihinde seçim yapılacaktı. Bunun için parti kuruluşunu tamamlayarak teşkilatlarını kurup seçimlere hazırlanması gerekiyordu. Veto edilenlerin yerine yenileri ilave edilerek 19 Ağustos1983’de yeniden müracaat edildi ancak bu listenin de 9 üyesi veto edildi. 8 Eylül 1983 tarihinde 3 üyesi daha veto edildi. 29 Eylül 1983 tarihinde yeni listenin 2 üyesi daha veto edilince DYP 1983 seçimlerine girme hakkını kaybetti. Yıldırım Avcı Manisa’da “Türk Demokrasi tarihinde iki kara leke vardır. Birisi 1946 seçimleri, diğeri 6 Kasım 1983 seçimleri” deyince soluğu mahkemede aldı.
Nihayet konseyin istediği liste 29 Eylül 1983 tarihinde MGK’nın uygun gördüğü 32 üye ile kuruluşunu tamamlayabildi. Böylece DYP’nin 91 kurucu üyesinden 59 üyesi sakıncalı görülerek MGK vetosuna takılmış oluyordu. Seçime sokulmayan DYP ile Demokrat oylar 12 Eylül partilerine yönlendirilmiş ve geri dönülmesi imkânsız bir hale getirilmesi amaçlanıyor ve Demokrat zihniyet eritilmek isteniyordu.
Zincirbozan’a sürgün edilerek ikamete mecbur tutulan Süleyman Demirel, Zincirbozan’dan komutanlara şöyle bir mektup göndermişti. Tarihi bir vesikadır. Bu belge “İnsan Hakları” adına nesillere dehşet ve ibret belgesi olarak intikal edecektir. Bunun için buraya almayı uygun gördük.
Demirel’in Zincirbozan’dan Konsey Üyelerine Yazdığı Mektubu:
“Yetmiş günü aşan bir süredir hak ve hürriyetlerden mahrum ve ihtilattan men edilmiş bir halde bulunmaktayız. Bu durum yargısız, süresiz, sınırsız bir cezanın infazından başka bir şey değildir.
Hak arama yolları kapatılmıştır. Kamuoyuna “İkamete tabi tutulma” gibi gösterilmek istenen bu olay, emsali görülmemiş (Sui generis) bir tutukluk halidir. Söylenen başka, yapılan başkadır. Savunma hakkı ise söz konusu değildir.
“İhtilaldir, olur böyle şeyler” diyenler çıkabilir. Onlara “İhtilal mi? Kendi iddiasıyla haksızlıklar yaratmak olmayıp, haksızlıkları önlemek değil mi idi?” demek gerekecektir. Üstelik üzerinden otuz beş ay geçtikten sonra, referandumla yürürlüğe giren yeni bir Anayasa yapıldıktan sonra hala ihtilal şartları içinde yaşandığını, haksızlıkların gerekçesi yapmak müşkülatı ortadadır.
Kendilerinden rahatsız olunanları, öfke veya haset duyanların ya da jurnalcilerin etkisiyle, suça ve yargıya dayanmadan, siyasi hayatın dışına itmek sürgünden başka bir şey değildir. Bu yol bir kere açıldı mı her siyasetçinin, her yöneticinin başına günün birinde böyle bir akıbetin gelmesi mukadderdir. Bu haliyle “Taif” ve “Fizan” vakalarının yeni bir halkası olarak Türk siyasi tarihinde yer alacaktır.
Zincirbozan’a itibarlardan rahatsız olmayı önlemenin çaresi diye bakmak da son derece muhataralıdır.
Böyle bir yolu kendileri için yararlı sayanları, bir gün aynı biçimde öz itibarlarını yitirdikleri görülmemiş değildir.
Zincirbozan vakası, Atatürk ilkeleriyle de bağdaştırılamaz. Ülkenin en zor şartlarında bile Atatürk’ün kendine muarız saydıkları kimseleri askeri bir garnizona kapattığı görülmemiştir.
Devlet yönetimini ellerinde tutanların taraf olmamaları, devletin gücünü keyfiliğe kaçmadan adil ölçüler içinde kullanmaları, husumet ve garazdan uzak kalmaları gerekir.
Bu hem yeminlerinin, hem de vicdanlarının icabıdır. Yargının tatbiki dışındaki siyasi akımlar arasında tefrik ve tercih yapma hakkına yalnız millet sahiptir. Millet iradesine baskı ile yön verme halinde, bu yolla oluşturulacak parlamentonun çıkaracağı hükümetin başının dik ve ömrünün uzun olacağı söylenemez. Zincirbozan Olayı’ndan beklenen bu ise, fevkalade yanlıştır.
Yapılanların bir haksızlık olduğu, Anayasa’nın sarih bir ihlali bulunduğu açıktır. Ülkenin yönetimini elinde tutanların bu kadar kısa bir sürede kendi yaptıkları Anayasa’nın dışına çıkmaları hazindir. “Devlet biziz, istediğimizi yaparız” zihniyetinin bu ülkeyi Tanzimat Fermanı’ndan önceki devirlere iteceği muhakkaktır. Böyle bir durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Anayasa ve hukuk devleti olmaktan çıkaracaktır.
Hür, demokrat, adaletin ve hukukun hâkim olduğu, müreffeh, mamur, birlik, beraberlik içinde milli ve manevi değerlere sahip, güçlü ve kudretli büyük Türkiye’ye mutlaka ulaşacağına olan inancımızdan hiç bir şey kaybetmedik.
Zincirbozan bizi ne Türkiye’den, ne de inançlarımızdan koparamaz.
Zincirbozan’da tel örgü içinde kafese konan bizler değil, Anayasa, hak hukuk ve adalettir.
Haksızlık ve adaletsizlik karşısında sessiz kalmak, ona ortak olmak demektir. Görüşlerimizi dile getirmek ihtiyacı, bu inançtan doğmuştur.
Bu ülkenin ömrünü milletin refahına harcamış bir kişi olarak, vicdanımın sesini, halin icabı ölçüsünde değerlendirmeyi, gerçek bildiklerimi söylemeyi milli bir görev saydım.
Ülkeyi idare etme hakkı kendisine ait olan Türk milletinin rızasına ve hür iradesine dayanmayan hiçbir iktidarın payidar olamayacağı kanaatimi muhafaza ediyorum. Türkiye muhakkak velayet ve vesayetten arınmış bir idare altında yaşayacaktır. Millet sağ olsun, Allah devlet ve millete zeval vermesin.
Şerre maruz kalanların Allah’a sığınmak ve millete güvenmekten gayri yapacakları hiçbir şey kalmamış demektir.
Allah’a ve millete sığınırım.
Saygılarımla…”
Süleyman DEMİREL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder